MAKALE: ORTADOĞU VE TÜRKİYE'NİN KONUMU
Ülkemizde son günlerde yaşanan bazı dış politika tartışmalarının mantığını anlamak zor. Türkiye'nin barış ve demokrasi yönündeki temel tercihlerini ve ittifaklık ilişkilerini her gün yeniden sorgulamak anlamsızdır. Demokrasi, özgürlük, hukuk, adalet, insan hakları, laiklik ve serbest piyasa ekonomisi Türkiye'nin temel tercihleridir. Bu tercihler ülkemizin Avrupa Birliği üyelik süreci ile de teyit edilmiştir. Kaldı ki AK Parti bu hedefle ve bu programla seçime girmiş ve iktidara gelmiştir. Halkımızın ve seçmenimizin verdiği yetkiyle Türkiye'nin iç ve dış politikası yürütülmektedir. Türkiye'nin Batılı müttefikleriyle olan ilişkilerini de gün aşırı sorgulamanın akla ve mantığa sığan bir yönü yoktur. Bu ilişkiler tekrar tekrar vurguladığımız gibi stratejiktir ve hükümetlerin görev süresini bile aşan zaman sürecini kapsamaktadır.
Hükümetimizin dış politika adımlarına yönelik eleştirileri de birkaç ayrı kesimde toplamak gerekmektedir. Bazı eleştiriler biz ne yaparsak yapalım olumsuz gözle bakanlardan gelmektedir. Bu kişileri memnun etmeye imkan yoktur. Aslında gerek de yoktur. İktidarın görevi icraat ise muhalefetin görevinin onu her durumda karalamak olduğu zihniyetini aşamamış bir dar kalıpla karşı karşıyayız. Bu kişiler dar siyasi zihniyetlerinin mahkumudurlar. Üstelik bu müebbet bir mahkumiyettir. Kendilerini hapsettikleri o dar kalıptan çıkamamışlardır, çıkmaya da niyetleri yoktur. O kesim ve grupları seçmene havale etmiş durumdayız.
Bir kısım eleştirilerde ise değişen zaman ve yaklaşımlara ayak uyduramayan ve yeni yaklaşımlardan kuşku duyan yine dar kalıpçı zihniyetin izlerini görüyoruz. Bu zihniyet de "gelenek" , "devamlılık" ya da "tutarlılık" maskesi altında artık tasfiye edilmiş siyasetleri hortlatmaya çalışan, geçmişe dönüşü özleyen zihniyettir. Bu kesime de "artık uyanın, en yakındaki haritaya, takvime ve çevrenize bakın" diyoruz. 21. yüzyıldayız ve dönüşüm her türlü itiraza rağmen gelmiştir.
Türkiye'nin bulunduğu coğrafyaya bir bakınız. Türkiye'nin haritasına bir bakınız, tarihine, sosyal tarihine bir bakınız. Türkiye'nin çevresinde Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya olsaydı, o ülke Türkiye olmaz, İsviçre olurdu. Biz İsviçre değiliz. İsviçre olma lüksüne da sahip değiliz. İsviçre'nin coğrafyasının kendisine sunduğu imkanlar bizim için söz konusu değildir. Bazı tatlı su yorumlarında Türkiye'den tepkisizlik beklenmektedir. Bu hayal aleminde gezinmektir.
Biz Türkiye'yiz... Batı ile Doğu, Avrupa ile Ortadoğu'nun arasında adeta bir köprüyüz. Tabii ki yönümüz ve ittifak bağlantımız Batıdır. Ancak tarih ve coğrafyamızın da bize yüklediği bazı sorumluluklar vardır. Bu sorumlulukları yerine getirmemiz, bizim Batı ittifakı ile olan ilişkilerimize zarar vermez. Bize düşen sorumluluk, müttefiklerimizle birlikte hareket etmek, ama aynı zamanda müttefiklerimizi muhtemel yanlışlara karşı uyarmak ve bölgenin özelliklerinden kaynaklanan yanlışlara düşmemelerini sağlamaktır. İyi dostluk ve iyi müttefiklik açık sözlü ve görüşlerini savunan bir Türkiye gerektirmektedir. Bu sorumluluklara kapımızı kapatıp sırtımızı dönmek istesek de, kapatamayız ve dönemeyiz. Yine bölge haritamızı hatırlayın ve televizyonda son bir kaç gecedir izlediğiniz dış haberleri düşünün. 10 yıl önce, 5 yıl önce, hatta bir hafta önce düşünülmeyen, beklenmeyen, öngörülemeyen, şaşırtıcı ve korkutucu gelişmeler kapımızın önündedir. Irak'ta maalesef kardeş kardeşini katletmektedir. Bu provokasyonun arkasındaki hasta zihniyetleri kınıyoruz. Beklenmeyen ve öngörülemeyen diye ısrarla vurguluyorum, çünkü son üç yıldır ya da son yüz yıldır Ortadoğu'da sürprize uğramamış ya da hesaplamalarında yanılmamış bir ülke var mıdır? Ortadoğu'da planlanan değil, hep umulmayan gerçekleşir.
Bu beklenmeyen gelişmelere karşı seri, kararlı ve etkin karşılıklar geliştirmek zorundayız. Bu gelişmelere karşı kendi katkımızı ve siyasetimizi hazırlamak zorundayız. Bu özelliklerimizden dolayı ülkesinde büyük krizler yaşanırken Irak Başbakanı Sayın Caferi ve diğer liderler Ankara'ya gelmektedir. Ortadoğu'da attığımız adımlar demokrasi, barış, adalet ve kalkınma yolunda atılmış adımlardır. Bu adımlar bir yön değiştirme değil, zemin kazanma adımlarıdır. Zemin de barış, demokrasi ve uzlaşmadır.
Barış, demokrasi, uzlaşma sağlama yolundaki çabalarımıza saygı duyulmasını istemek de hakkımızdır. Aksi halde Batı ile Doğu nerede ve kim tarafından buluşturulacaktır? Son dönemde hepimiz gördük ki taraflar buluşmadan çok çatışma anlayışındadırlar. Bu çatışma için de çok küçük kıvılcımlar yetmektedir. Bu acı ve üzücü bir durumdur. Ancak biz Türkiye olarak elimizden geleni yapmaya, kan ve gözyaşını durdurmaya, Doğu ile Batı arasındaki kavganın önlenmesi yolunda ağırlık koymaya mecburuz. Bu konuda tabii ki tek başına kalmak niyetinde değiliz ve bu yolda bize katkı sağlamak isteyen müttefik, dost ve komşularımıza her zaman kapımızı açık tuttuk ve tutacağız.
Pakistan ile İsrail'i İstanbul'da buluşturan da, Hamas liderine de Ankara'da barış ve uzlaşma telkin eden de aynı Türkiye'dir. Sea Island'ta toplanan G8 zirvesi sonrası Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi çerçevesinde Türkiye'nin girişime katkı veren bir ülke olarak saptanmakla kalmayıp, Demokrasi Destek Grubuna eş başkanlık yapmaya davet edilmesi bir tesadüf değildir. Avrupa Birliği ile İslam Konferansı Örgütünün Dışişleri Bakanlarını bir araya getiren, Irak'taki Sünni liderleri ABD Büyükelçisiyle İstanbul'da buluşturup seçimlere katılmaya ikna eden ve Filistinli ve İsrailli işadamlarını birleştirip TOBB'un katkısıyla ortak bir merkez kurdurtan yine Türkiye'dir. Bu katkılarımız nedeniyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Medeniyetler İttifakı gibi önemli ve hassas bir misyonu Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın üstlenmesini istemiştir.
Müttefik hükümetlerin en üst düzey yetkilileri Türkiye'nin barış inşa etme çabalarını bilmekte ve takdir etmektedir. Keza son günlerde bir bardak suda koparılmaya çalışılan fırtınaya en anlamlı cevapları Başbakanımızı arayan İsrail Başbakan Vekili Sayın Olmert ile Dışişleri Bakanımızla buluşan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Annan vermişlerdir.
Türkiye'nin hem müttefikleri hem de komşuları açısından önemi de buradadır. Ortadoğu denkleminde hükümetlerin yanına globalizm sonucu yeni bir unsur daha da eklenmiştir. O da seçmendir, kamuoyudur, kamuoyu vicdanıdır. Bölgemizde demokrasi olacaksa, seçmen de olacaktır. Türkiye, bölgesinde imrenilen ve kıskanılan, batıdan bakıldığında ise zaman zaman haksız yere eleştirilen demokrasisini 200 yılı aşkın bir süredir inşa etmektedir. Kuşkusuz, Ortadoğu'da seçmenin oyunu sağduyu, kalkınma, barış ve uzlaşma yönünde kullanması başlıca hedeftir. Ancak bu hedefe ulaşmak için de sabır gereklidir.
Bu tabloda pasif kalmış, sesi duyulmayan ya da sesi gürültü içinde kaybolmuş, bölge halkları nezdinde itibar kaybetmiş Türkiye'nin ne müttefiklerine ne de komşularına bir hayrı vardır. Bugün itibariyle de böyle bir Türkiye ne mümkündür, ne de böyle bir talep mantıklıdır. Barış ve uzlaşmadan adalet ve kalkınmadan yana taraf olmamız, ittifak ilişkilerimizle bir çelişki yaratmamaktadır. Eğer bu çabalarımız sonuç alırsa, bundan sadece insanlık, barış ve uygarlıkların birliği yolunda memnuniyet duyarız. Çabamız karşılık görmezse de vicdanen görevimizi yapmanın huzuru içinde olur ve durumun gereğini yerine getiririz. Durum bu kadar nettir. Türkiye gerekirse barış güvercini uçurmak, gerekirse de demir yumruğunu göstermek imkanlarına sahiptir.
Ortadoğu'da en pahalı ve en değerli olan şey, zamandır. Ortadoğu'da on yıllardır süren kan ve gözyaşının bir gecede ya da bir temas ya da telkinle sona ermeyeceğini bilecek tecrübeye sahibiz. Ortadoğu'da kolay çözümler, bedeli ödenmeden değişimler hayal etmeyecek kadar da gerçekçiyiz. Türkiye'nin bölgedeki tecrübesi, Ortadoğu'nun şu an her zamankinden daha kaygan ve yanıltıcı olduğunu göstermektedir. Ortadoğu'yu değerlendirirken parametrelerin bir anda geçersiz kalması ihtimali, yani hata yapılması ihtimali artmıştır. Dinleyenlere bu konudaki tecrübelerimizi anlattık, anlatmaya devam ediyoruz. Bölgede son 10 yıl, neyin mümkün olup olmadığını gösteren çok acı derslerle doludur. Türkiye, Ortadoğu'da sağlam, gerçekçi, akılcı ve kalıcı bir müttefik ihtiyacı olanlar için dimdik ayaktadır. Türkiye bu bölgededir, bu bölge ile Batılı çağdaş değerlerin ve Avrupa Birliği ülküsünün birleşimindedir.
Türkiye'nin üyeliği ile AB'nin İran, Suriye ve Irak gibi ülkelere komşu olma ihtimali, bir kabus senaryosu olarak anlatıldığını biliyoruz. Ancak bu iddia yanlıştır. Tam aksine Türkiye'nin üyeliği bu ülkelere de ışık olacaktır, bölgesel değişimi hızlandıracaktır. Bu senaryo kabusun değil kalkınmanın, barış, huzur ve demokrasinin senaryosudur. Türkiye coğrafyasının bilincindedir. Bizim toplanıp gidecek başka bir yerimiz yok. Biz önce de buradaydık, sonra da burada olmayı sürdüreceğiz. Türkiye'yi Batı için değerli kılan sebeplerin başında bu coğrafi özelliği ve uzlaştırma, barıştırma potansiyeli gelmektedir.